KÖY ENSTİTÜLERİNİN EDEBİYATIMIZA KATKILARI
ERDAL ATICI
Saygıdeğer Konuklar,
Amasra Belediyesine ve Edebiyatçılar Derneğine böyle bir toplantı düzenledikleri için teşekkür ediyor ve sizleri saygı ile selamlıyorum.
Köy Enstitüleri niçin kuruldu?
Nasıl bir eğitim uygulanmıştı?
Niçin kapatıldı?
Köy Enstitülü yazarlar ve Köy Enstitülerinin edebiyatımıza katkıları neler olmuştu?
Bu soruları yanıtladığımız zaman Köy Enstitülerinin eğitim tarihimizdeki ve edebiyat tarihindeki yeri kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
KÖY ENSTİTÜLERİ NİÇİN KURULDU?
“Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra hiç zaman kaybetmeden halkı okuryazar yapacak, köyleri canlandıracak büyük devrimlere girişildi. Özellikle 3 Mart 1924’te çıkarılan, Öğretim Birliği Yasası, 1 Kasım 1928’de kabul edilen Yeni Türk harfleri, Millet Mektepleri, Halkevleri, Halkodaları halkımızı okuryazar yapmak için atılmış en önemli adımlardı.
1935 yılına gelindiğinde, Türkiye'nin nüfusunun yaklaşık yüzde 80'i köylerde yaşıyordu. 40 bin köyümüz vardı, bunların 35 bininde okul yoktu. Bu okullarda görev yapacak öğretmen de yoktu. İnsanlarımızın büyük bölümü eğitim hakkından yoksundu.
Mustafa Kemal Atatürk, İlköğretim sorununu çözmesi için Kurmay Albay Saffet Arıkan’ı Milli Eğitim Bakanlığına atadı. Saffet Arıkan bakanlığa gelir gelmez, eğitim alanında araştırmaları ve çalışmalarıyla tanınmış İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğüne atadı. Tonguç ve arkadaşları eğitim sorunu kökten çözmek için harekete geçtiler. Eğitmen kurslarından sonra İlk öğretmen Okulları açıldı. Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olmasından sonra da; 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri açıldı.
Köy Enstitüleri; bilimin aydınlığında köy emekçisinin kurtuluş destanıdır. Köylünün çocuklarını üretici iş eğitimi içinde ilke ve yöntemlerine göre eğiterek onları kulluktan yurttaşlık bilincine ulaştırmak, köyü toplumsal, ekonomik ve sosyal alanda içten canlandırmak, kalkındırmak ve köylüyü yönetime ortak etmek, Anadolu’yu aydınlatmak için kurulmuştu.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE UYGULANAN EĞİTİM
İŞ EĞİTİMİ
4274 sayılı yasanın onuncu maddesine göre köy öğretmeninin iki türlü görevi olacaktı:
1. Okulla ilgili görevleri.
2. Okul dışında köy halkını yetiştirmekle ilgili görevleri.
Öğretmenin köy halkını yetiştirmekle ilgili görevini yapabilmesi için, o görevi yapabilecek şekilde yetiştirilmesi gerekiyordu. Öğretmenden köylülerin sosyal, kültürel, ekonomik alanlarda gelişmesini sağlamak konularında önderlik etmesi bekleniyordu. Ekonomik konuların başında tarımda gelişme gelir. Bu gerekçe ile köy enstitüleri programlarına kültür dersleri yanında tarım ve teknik ders ve çalışmaları da konulmuştu.
Öğretmen adayları, enstitülerde, köyde geçerli veya geçerli olması gereken bir meslek öğrenecekti. Kızlar için biçki, dikiş, dokumacılık; erkekler için marangozluk, yapıcılık demircilik gibi. Tarım derslerini kız erkek bütün öğrenciler alacaktı, çünkü köyün başlıca işi tarımdı.
Öğretmen bu yardım görevini hakkıyla yapabilmesi için nasıl yetiştirilmelidir. Burada iş eğitimi yöntemi akla gelir.
İş içinde, iş aracılığı ile iş için (üretim için) eğitim. Köy Eğitim Sistemi'ndeki bütün kurumlarda bu yöntem uygulanır.
Öğrenciler, öğrendiklerini iş yaşamı içinde gerçekleştirebilecek şekilde yetiştirilirler. Öğretmen adayı enstitüde sebze bahçesinde üretime katılırsa gittiği köyde hele sebze yetiştirme geleneği yoksa sebze ekimini yaygınlaştırabilmelidir. Arıcılık, görmüşse fenni kovanda arı yetiştirmeyi yaygınlaştırabilmeli, çevresindeki tarihi eserleri gelenlere anlatabilmeli.
DEMOKRASİ İÇİN EĞİTİM
Köy enstitülerinde ve Yüksek Köy Enstitüsü'nde öğretmen adayları demokrasiyi yaşayarak öğrendiler. Öğretmeni, öğrencisi demokrasiyi yaşadılar. Öğrenciler kurumların yürütülmesiyle ilgili kararların alınmasına katılıyorlardı. Seçimle işbaşına gelen öğrenci başkanlığı sistemiyle, sıra ile yapılan haftalık nöbetlerle sanki enstitüler öğrenciler tarafından yönetiliyordu. Öğrenciler; geniş iş alanlarının yürütülmesi sorumluluğunu üstleniyorlardı. 1000 kişilik bir enstitüde hizmetli sayısı 3'ü, 5'i geçmezdi… Düşünme, düşündüğünü söyleme, yazma, tartışma özgürlüğü eksiksiz yürütülmekteydi. Haftalık, 15 günlük veya aylık değerlendirme toplantılarında bir öğrencinin müdürünü, öğretmenlerini, arkadaşlarını eleştirmesi olağandı. Bundan öğrenci zarar görmez, eleştirilenler ders alırdı, mutlu olurdu. Böylece hem hoşgörü alışkanlığı yerleşir hem insanlar kusurlu olmamaya çalışırlardı.
NİÇİN KAPATILDI?
Aydınlanan Anadolu köylüsünü istedikleri gibi sömüremeyeceklerini anlayanlar harekete geçtiler. Köy Enstitüleri kurulurken oylamaya katılmayarak tepkilerini gösteren bazı milletvekilleri açıktan Köy Enstitülerine karşı tavır almaya başladı. Köy Enstitülerine karşı korkunç bir karalama kampanyası başlatıldı.
1946 seçimleri sonucu yeni açıklanan kabinede Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanı olarak yer almadı. Onun yerine tutucu bir politikacı olan Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanı oldu. Sirer İsmail Hakkı Tonguç ve arkadaşlarını görevden aldı. Enstitünün özgür okumaya, üretim ve eleştiri gibi özgün ilkelerine son verildi. 1948'de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. 1954'te de bu okullardan köy enstitüleri adı kaldırıldı.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE ÖĞRENCİYE KENDİNİ SÜREKLİ YETİŞTİRME ALIŞKANLIĞI KAZANDIRAN EĞİTİM UYGULANDI
Köy enstitülerinde üzerinde çok durulan, olmazsa olmaz olarak düşünülen konulardan biri öğrencilere serbest okuma alışkanlığının kazandırılması idi. Bu alışkanlığın pek çok konunun çözülmesinde anahtar olacağı düşünülmüştür.
Okuma alışkanlığı edinmenin kişinin kendisini yetiştirmesinde, geliştirmesinde etkin bir araç olduğu kabul edilmektedir. Kişi böylece değişik kişilerle ilişki kurar, onların fikirlerini öğrenir, o fikirleri tartışır hale gelir. Bu genelleşirse ilerlemenin yolu açılmış olur.
Okuma alışkanlığı kazanmanın herkes için olan yararı yanında köye gidecek öğretmenler için ayrı bir gerekçesi vardı. Köye gidecek öğretmen için bu alışkanlık çok daha fazla gerekli idi. Öğretmen olarak gideceği köylerde, hele 1930'lu, 1940'lı yıllarda radyo yoktur, muhtemelen okuryazar kimse yoktur. Köylerle kasaba ve kentler arasında yol yoktur, telefon yoktur. Oradakilerle iletişim kurmak zordur. Öğretmenin kendisini geliştirebilmesi için nerdeyse tek yol okuyabileceği kitaplar olmasıdır. Bu nedenle Köy Enstitülerinde köye giden öğretmene demirbaş olarak çok sayıda kitap da verilmektedir.
Köy Eğitim Sistemi'nin kuruluş aşamasında bu işi engelleyebileceklerin açıktan karşı olmaları mümkün değildi. Yönetimin en üst kademesi sistemi başlatanların içindeydi. Bu nedenle köy enstitülerinde günün koşullarında yapılabileceklerin yapılması ön planda tutuldu. Radyo dinleme, gazete kitap okuma aşırı derecede özendirildi. Kitap okuyarak insanlığın geçmişteki ve günümüzdekilerin bilgi birikiminden yararlanma düşüncesi egemen idi.
Bunlar niçin okumalı sorusunun yanıtının gerekçesi yerine geçer. Köy enstitüleri öğrencilerinin geldikleri köylerde ana babaları büyük olasılıkla okuryazar değildi. Yakın uzak çevrelerinde okuma alışkanlığı kazanmış kimse yoktu. Öyle olunca böyle bir alışkanlık ancak enstitülerde verilebilirdi, verilmeliydi, üzerinde bu nedenle çok duruldu.
Öğrenciler için hazırlanan 'Yoklama ve Gözlem Defteri'nde görülen her ders, her iş, davranış için olduğu gibi serbest okuma için de yer ayrılmıştır. Bu defter yıllıktır, her ay işlenir, öğrenci yanında saklanır. Şeffaf bir değerlendirme yöntemi. Serbest okuma kanaati verilirken dikkat edilmesi gereken hususlar şöyle açıklanmıştır.
"Serbest okuma, iş ilkesine dayanan eğitim kurumlarının çocuğu etkin durumda bulundurmak için başvurulacak en esaslı vasıtalardan biridir. Bütün öğretmen ve öğrencilerini serbest okumaya alıştıramayan bir kurum çalışmalarını asla geliştiremez, eğitmekte olduğu unsurları yaratıcı çalışma hayatının içine sokarak verimli bireyler haline getiremez. Onun için çocuğu serbest okuma bakımından yoklamadan önce onun böyle bir çalışma hayatına sokulup sokulmadığı noktası üzerinde durulacaktır.. Bu işin yapılış şekline ve ölçüsüne göre çocuk yoklanacak, hakkında hüküm verme yoluna buna göre gidilecektir. Serbest okuma kanaati çocuğun okuduklarını seviyesine mütenasip bir şekilde anlayıp anlamadığı, okuduğu bir parçayı doğru olarak kısaltıp kısaltamadığı, aynı şeyi sözle veya yazı ile anlatıp anlatamadığı iyice kontrol edildikten sonra kesin olarak saptanacaktır." (Tonguç: Kitaplaşmamış Yazılar Cilt 1 s. 325)
Okumalarda genelde sınırlama yoktur. Köy enstitülerinde öğretilen ders ve iş konularını aydınlatmaya, genişletmeye yarayacak her türlü parçalar üzerinde çalışılabilir; şiir, öykü, roman okunabilir. Ama bu tamamen başıboş bırakılır anlamında değildir. Kitapların seçilmesinde öğrencilerin satın alacağı kitapları önerirken çok dikkatli ve düşünceli hareket edilmiştir. Öğrencilerin yaşları, seviyeleri dikkate alınarak planlı bir şekilde iyi kitapları okumanın yolları gösterilmiştir.
Kitap okuma saatlerinde okumalar sınıfça, kümeler halinde ya da teker, teker okuma şeklinde olabilirdi.
Köy enstitüsünde ilk yıllarda bile:
Serbest okuma, araştırma işine üst yönetim öyle önem veriyordu ki köy enstitüleri yasasının çıkışından iki ay sonra, daha yatacak yer, ders yapılacak dershane yokken kitaplık kurulmasına öncelik verilmesi hakkında şu genelge yayınlanabilmiştir:
"Enstitülerde enstitü faaliyeti ile köy hayatını ilgilendiren kitaplar başta gelmek üzere çocukların bilgilerini artırıcı mahiyetteki kitap, dergi, diksiyon, ansiklopedi, broşür, prospekt, katalog vesaireyi ihtiva eden bir kütüphane teşkil edilecek talebenin bu kütüphaneden münferiden ve müştereken muntazam şekilde istifade etmesi temin edilecektir." (24.06.1940) (Vakıf Yayınları Tanıtım Dizisi No. 18 s. 225)
İvriz Köy Enstitüsü öğrencisi Mehmet Karaman ilk yılını anlatıyor: "110 kişiyiz. Camide 3'lü ranzalarda yatıyoruz. Bakanlıktan devamlı kitap geliyor. Beni kitaplık görevlisi yaptılar. Yer yok kitaplar çuvalda. Okuma saati gelince kitapları bir masanın üstüne seriyorum. Herkes bir kitap alıp okuyor. Saat bitince gene çuvala dolduruyorum. Okuma alışkanlığı gelişti. Yatakhanede mum ışığında da okumaya başladık. Beden eğitimi öğretmeni Recep Çekiç 'yıpranmış kitap makbuldür diye söylerdi."
Öğrencilerde okuma alışkanlığının kazandırılması için İlköğretim Genel Müdürlüğünce köy enstitüleri müdürlüklerine sık sık ayrıntılı uyarılar yapılmıştır: Bazı uyarılar şöyle:
– Küme başları kendi idarelerindeki öğrencilerin seviyesine uygun eserleri arkadaşlarıyla, çok ve iyi okuyanlarla görüşerek seçecekler.
– Öğrencinin mutlak surette okuması gereken eser ve yazılar öğretmen tarafından önceden okunmuş olmalıdır.
– Saatler ne olursa olsun, mevsim hangi mevsim bulunursa bulunsun öğrencilere her gün serbest okuma yaptırılacak ve onlara okuma alışkanlığı mutlak surette kazandırılacaktır.
– Cumartesi ve pazar günleri dışında her gün 45'er dakikalık serbest okuma yapılabilmesi günlük programlara konulmalıdır.
– Serbest okuma işi öğrenci nerede ve hangi işte bulunursa bulunsun, okunacak kitaplar icabında iş yerlerine de götürülmek suretiyle saati geldiği zaman mutlaka tatbik olunacaktır. Bu saat gelince nöbet işlerinden başka her türlü çalışmalar durdurulacaktır.
– Kitap okuyanlar veya dinleyenler okuma sırasında not almalı, okuma bitince beş sayfayı geçmemek üzere özet çıkarmalıdır.
– Her öğrenci bir ay içinde en az bir kitap okuyacaktır. (M. Aydoğan Köy Eğitim Sistemi s. 125-129)
Okuma alışkanlığı elbet öğretmenler için de gereklidir. Her öğretmen kendi mesleğini ilgilendiren kitaplar dışında memleket ve dünya yazarlarından senede en az 24 eser okumalıdırlar.
Her öğretmen öğrencilerde bu alışkanlığın kazanılmasında görevlidir. Örneğin "tarım öğretmeni tarım çalışmalarına ait yazılar yazmalarına, ilgili kısımları okuyup deney yapmalarına yarayacak önlemleri almak."
Müzik öğretmeni "öğrencinin güzel yazılar yazmalarına ve kitap okumalarına yarayacak önlemler almak görevindedir."
“Bütün bu gayretlerin sonucu köy enstitülerinde okuma öğrenciler arasında büyük oranda alışkanlık haline geldi. Okuyan insan aynı zamanda düşünce üreten insandır. Üretilen düşünceyi hoş görmeyenler, zararlı görenler elbet vardı. Ne yazık ki böyleleri 1946 seçimlerinden sonra karar verir konuma geldiler. İlk yapılanlardan biri okumayı kısıtlamak, özgür düşünmeye engel olmak olarak düşünüldü, uygulamaya geçildi. Kitaplar hapsedildi, yakıldı veya SEKA'ya gönderildi.” (M. Aydoğan, Köy Enstitüleri Sistemi)
KÖY ENSTİTÜLERİNİN EDEBİYATIMIZA KATKILARI
Saygıdeğer Konuklar,
Yukarıda özelliklerini ve uygulanan eğitimi anlattığım Köy Enstitüsü öğrencileri düşünüyorlar, tartışıyorlar, okuyorlar, anlatıyorlar ve yazıyorlardı. İçinden çıktıkları köylülerin yaşadıkları ilkel koşulları nasıl değiştirecekleri konusunda fikir üretiyorlar ve yazdıklarını okulda çıkardıkları dergiler başta olmak üzere, ülkemizin değişik yörelerinde çıkan dergilere gönderiyorlardı. Mahmut Makal’ın deyimiyle “Köy Enstitüsü öğrencilerinin ürettiği yapıtlar, enstitülerdeki olumlu eğitimden, bu eğitimin getirdiği düşüncelerden oluşmuştur. Enstitülü yazarların kişiliklerini oluşturansa, köydeki ve Köy Enstitüsünde aldıkları eğitimdir.” (Köy Enstitüleri ve Edebiyat, Yayına hazırlayan Erdal Atıcı, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, S 106)
Köy Enstitülerini kuranlar, altı yüz yıl baskılanmış, susturulmuş, savaştan savaşa koşturulmuş, yalnızca vergi veren ve üreten konumda kalmış bir halkın çocuklarının “beynine ve diline vurulan kilidin” açılmasını amaçlamışlardı.
Köy Enstitülü yazarların korkusuz olmalarının yanında en büyük özelliklerinden biri hiçbir zaman halktan kopuk yaşamamalarıdır. Köy Enstitülü yazarlar içinden çıktıkları halkın umudu, beklentisi, bilinci olmuşlardır. Fakir Baykurt’un deyimiyle “Dilsizlerin dili olmuşlardır.”
Köy Enstitülü yazarların halkın dilini kullanmaları, yalın bir dille yazmaları ve gerçekçilikleri yeni bir tarzı edebiyatımıza kazandırmıştır.
KÖY ENSTİTÜLÜ YAZARLAR
Dursun Akçam: Cılavuz Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 18 yapıtı var. Bazıları: Ölü Ekmeği, Taş Çorbası, Haley, Kafkas Kızı, Kanlıderenin Kurtları…
Talip Apaydın: Çiftler Köy Enstitüsü’nü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü Bitirdi. 33 yapıtı var. Bazıları: Ortakçılar, Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler, Tütün Yorgunu…
Behzat Ay: Düziçi Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 15 yapıtı var. Bazıları: Dor Ali, Sürgün, Sis İçinde, Kuşku ve Korku, O Uzun Yalnızlık…
Yusuf Ziya Bahadınlı: Pazarören Köy Enstitü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’ne bitirdi. 18 yapıtı var. Bazıları: Güllüce’yi Sel Aldı, Gemileri Yakmak, Açılan Kapılar, İtin Olayım Ağam, Geçeneğin Karanlığında…
Mehmet Başaran: Kepirtepe Köy Enstitüsü’nü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirdi. 30 yapıtı var. Bazıları: Nisan Haritası, Meşe Seli, Çarığımı Yitirdiğim Tarla, Zeytin Ülkesi, Memetçik Memet…
Fakir Baykurt: Gönen Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 55 yapıtı var. Bazıları: Yılanların Öcü, Tırpan, Keklik, Kalekale, Çilli…
Adnan Binyazar: Dicle Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 19 yapıtı var. Bazıları: Masalını Yitiren Dev, Ölümün Gölgesi Yok, Ağıt Toplumu, Dedem Korkut, Yazın ve Dilimiz…
Osman Bolulu: Akpınar Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirdi. 23 yapıtı var. Bazıları: Yurt Boyu Sevişmek, Uzun Koşu, Belleksiz Toplum, İnsanlığın Solmaz Gülleri, Yağmur Sonrası…
Ali Dündar: Pazarören Köy Enstitüsü’nü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirdi. 15 Yapıtı var. Bazıları: İlk Öpücük, Ekmek Kokusu, Dil ve Düşünce, İnançtan Bilime, Osmanlıcadan Yaratıcı Türkçeye…
Nadir Gezer: Arifiye Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 13 yaptı var. Bazıları: Hanife Nineden Öyküler, Şenlet, Öğretmenin Destanı, Aydınlığa Yürüyenler, Yalnız Adamın Düşleri, Yerodamdan Notlar….
Ümit Kaftancıoğlu: Cılavuz Köy Enstitüsü’nü ve Necatibey Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 17 yapıtı var. Bazıları: Dönemeç, Yelatan, Çarpana, Tüfekliler, Hınzır Paşa…
Mahmut Makal: İvriz Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 17 yapıtı var. Bazıları: Hayal ve Gerçek, Memleketin Sahipleri, Bizim Köy, Yeraltında Bir Anadolu, Kuru Sevda…
Osman Şahin: Dicle Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 24 yapıtı var. Bazıları: Kırmızı Yel, Acente Mirza, Fırat’ın Sırtındaki Kan, Geloş Dağı Efsanesi, Son Yörük…
Ali Yüce: Düziçi Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 22 yapıtı var. Bazıları: Şeytanistan, Boyundan Utan Darağacı, Halk Çağı, Asılacak Kitap, Şiir Sıcağı…
Şevket Yücel: Dicle Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 20 yapıtı var. Bazıları: Güneşin Parmakları, Görmeden Gidenler, Beyaz Sesler, Kuş Gölgesi, Sevgi Güneşi….
Bunların dışında bir ya da birkaç kitabı olanlardan saptayabildiklerimiz:
Macit Aşkan, Arif Aslan, Enver Atılgan, Recep Bulut, Ali Çiçekli, Kemal Çukurkavaklı, Nebi Dadaloğlu, Maksut Doğan, Hüseyin Ecer, Feyzullah Ertuğrul, Yusuf Gür, Esef Işık, Şerif İken, Hasan Kalender, Haşim Kanar, Hasan Kıyafet, Ahmet Köklügiller, İbrahim Kuyumcu, İbrahim Osmanoğlu, Refet Özkan Vehbi Polat, Fehmi Salık, Hüseyin Sezgin, Adem Solak, Mustafa Şanlı, İbrahim Şimşek, Selahattin Şimşek, Hüseyin Avni Tatar, Hasan Turan, Ahmet Uysal, Hayrettin Uysal, Mahmut Yağmur, Veli Yazar, Hazım Zeyrek
Hacı Angı, Mehmet Cimi, Refik Cevahir, Asaf Aktan, Bekir Semerci, Mevlüt Kaplan, Mustafa Özer, Süleyman Şimşek, Mestan Yapıcı, Ali Yılmaz, Hayati Tahsin Yılmaz, Yılmaz Sunucu, Tufan Doğan, Arif Baş, Hasan Kudar, Pakize Türkoğlu, Naciye Makal, Abdullah Özkucur, Cavit Binbaşıoğlu, Muttalip Çardak, Turan Altuntaş, Dursun Kut, Galıp Candoğan, Fethi Esendal, Süleyman Adıyaman, Hasan Özden, Nedim Şahhüseyinoğlu, Bahattin Uyar, Musa Uysal, Ali Kemal Gözükara, Rüştü Kartal, Halil Oran, Bahattin Fırtına, Niyazi Ünsal, Demirel Babacanoğlu, Cemal Yıldırım, Fikri Taştemel, Sıtkı Demir, Mahmut Saral, İsmihan Şirin, Ahmet Z. Özdemir, Tahsin Yücel, Fahri Ercan, Sabri Özer, Osman Nuri Poyrazoğlu, Galip Akın, Nedim Menekşe, Mehmet İri, Galip Gürler, Neşet Tınaztepe, Mustafa Onar, Hüseyin Öztürk, Fazlı Aydemir, Süleyman Çalışkan, Fuat Önder, Ali Koçak, Memiş Akdoğan, Mustafa Bakkal… (Mahmut Makal’ın Afrodisyas Sanat dergisinde yayımlanan “Edebiyata Kendi Giren Köylü” adlı makalesinden alınmıştır.)
Saygıdeğer Konuklar sizleri saygı ile selamlıyorum…
NOT: VAKIF BAŞKANIMIZ ERDAL ATICI BU KONUŞMAYI 10 - 12 TEMMUZ 2012 AMASRA TEMMUZU ETKİNLİĞİNDE YAPMIŞTIR
------------------------------------------------------------------------------
TÜRK AYDINLANMASININ ÖNCÜ İSMİ: HÂSAN - ÂLİ YÜCEL
ERDAL ATICI
Saygıdeğer Konuklar,
Cumhuriyet Gazetemizin değerli yöneticileri, yazarları
hepinizi saygı ile selamlıyorum.
Cumhuriyetimizin en önemli kişilerinden biri olan ve eğitim ve kültür alanında gerçekleştirdiği atılımlarla, tarihin altın sayfalarına geçen Hasan Ali Yücel’i, ölümünün 51 yılında, bir kez daha saygı ile anıyorum.
Cumhuriyet Gazetesi Kültür Merkezine böyle bir etkinlik için davet edildiğimiz zaman, acaba bu etkinlikte neler anlatabilirim diye uzun uzun düşündüm.
Çünkü, Yücel dönemi bir etkinliğin sınırları içine sığmayacak kadar büyük… Hasan Ali Yücel Cumhuriyet tarihinin kutup yıldızlarından biri.
Biz, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı olarak her yıl Hasan Ali Yücel’in bir yönünü ele alarak etkinlikler düzenliyoruz, ama her yıl anlatacak yeni bir yönünü, yapıtını buluyoruz.
O halde, söze Türk aydınlanmasının öncü ismi Hasan Ali Yücel’in yaşamının ana hatlarıyla başlayalım.
Saygıdeğer Konuklar,
Yücel; 17 Aralık 1897’de İstanbul’da varsıl bir ailenin çocuğu olarak doğdu.
1906 – 1911 Mektebi Osmani’de,
1911 – 1915 Vefa İdadisinde okudu.
1915’te askere alındı.
1919 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’ne girdi. 1922’de mezun oldu.
Aralık 1922’de İzmir Erkek Öğretim Okulunda öğretmenliğe başladı.
1927’de Müfettiş oluncaya kadar Kuleli, İstanbul Erkek ve Galatasaray Liselerinde öğretmenlik yaptı.
1930’da Fransa öğrenci müfettişliği,
6 Kasım 1932’de Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü,
9 Kasım 1933’de Orta Öğretim genel Müdürlüğüne atandı.
1935’te İzmir Milletvekili oldu.
28 Aralık 1938’de Milli Eğitim Bakanı oldu. Bakanlığı 7 yıl 7 ay 7 gün sürdü...
Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olmasından önce, her alanda ülkemiz büyük bir sıçrama içine girmişti.
Ama bir toplumun tümden değişmesi, yüzyıllık alışkanlıklarından kurtulması öyle basit değildi. Bir kere büyük devrimler gerçekleştirilen Türkiye’de ekonomik alt yapı ve yönetici kadrolar değiştirilememişti.
Mustafa Necati gibi devrimci, Saffet Arıkan gibi Atatürk’ün bizzat atadığı Milli Eğitim Bakanları önemli gelişmeler sağlamıştı, ancak bu yeterli değildi.
Özellikle eğitim ve kültür alanında daha büyük atılımlara, dönüşümlere gereksinim vardı. Yukarıda görüldüğü gibi, eğitimin her kademesinde çalışan Hasan Ali Yücel eğitimin yapısını, işleyişini, kadrolarını ve zihniyetini çok iyi tanıyordu. Yücel’e göre köhnemiş Tanzimat aydınlığı ve aydınlarıyla yeni bir toplum, yeni bir ulus ve yeni bir ülke yaratılamazdı.
Abece devrimi ve dil devrimlerinin üstünden yıllar geçmiş olmasına karşın, halkın büyük kesiminin yaşadığı köylerde okul ve öğretmen sorunu sürüyordu. Bu nedenle kültür ve eğitim kirizması yapılması şarttı. Batıyı Batı yapan olayların başında Rönesans ve Reform geliyordu. Batı aydınlanmasını yaratan kaynaklara ulaşılması gerekiyordu.
Bu nedenle,
Hasan Ali Yücel, eğitim alanında büyük atılım kararları aldı ve aldığı kararları uygulamaya başladı.
1- 3 Mayıs 1939 yılında “Neşriyat Kongresi”ni topladı. (Türk Yayın Sergisi ve Kongresi) Kongre “ülkenin her yerinde basım ve yayın işlerinin resmi ve özel bütün ilgililerce fikir ve emek katılarak ciddi olarak gözden geçirilmesini” amaçlıyordu. Bu kongreye ülkenin yayıncıları, araştırmacıları, sanatkârları, eğitimcileri, milletvekilleri, bakanlık görevlileri katıldı. Dilimize çevrilecek eserler ve basımları planlandı. Çocuk edebiyatı ve gençlerin okuyabileceği kitaplar saptandı. Ansiklopedi ve sözlük çalışmaları, yayıncılara devlet desteği sağlanması, telif hakları, halk eğitiminin planlanması gibi birçok konuda tartışmalar yapıldı ve kararlar alındı…
17 Temmuz 1939 / I. Maarif Şurasını topladı.
Eğitim Şurasının amacı Türk eğitim sisteminin ilkelerini belirlemekti. İlk kez Milli Eğitim planı yapılıyor, eğitimin köylere ulaşması planlanıyordu.
31 Ekim 1939 Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisinin açılması
Bu sergi her yıl Ankara’da olacaktı ve sürekli olacaktı. Sergi sanatkârları özendirmeyi amaçlıyordu.
Sergiye yağlı boya, suluboya, pastel, karakalem, gravür tekniğiyle yapılmış eserler, mermer tunç gibi madenlerden yapılmış heykeller, kabartmalar ve madalyalar katılabilirdi.
Tercüme Bürosu ve Dünya Klasikleri
I. Yayın Kongresinde batı ve doğu dillerinden çevrilecek eserlerin önemi vurgulanmıştı. Bu düşünceler sonucunda Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde Tercüme Bürosu kuruldu. Büronun başına dilci ve eleştirmen Nurullah Ataç getirildi. Sabahattin Ali, Erol Güney, Nusret Hızır, Saffet Pala, Enver Ziya Karal, Sabahattin Eyuboğlu, Bedrettin Tuncel gibi önemli aydınlara görev verildi. 1940 yılından başlayarak 2 ayda bir “Tercüme Dergisi” yayınlanmaya başladı.
1946 yılına kadar çalışan büro, 496 eseri Türkçe’ye çevirdi. Çeviriler Türk aydınlanmasının motor gücü oldu. Ulusal kitaplığımız kuruldu.
Klasiklerin önsözünde Hasan Ali Yücel şöyle der; “Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş aşaması, insan varlığının en somut bir biçimde anlatımı olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu anlatımın us gücü unsurları en zengin olanadır.”
Ansiklopediler:
I. Yayın Kongresinde ansiklopedilerin önemi konuşulmuş ve ansiklopedi yayınlanmasında devletin öncülük yapması kararlaştırılmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı Leiden’de İngilizce, Fransızca, Almanca olarak yayımlanan “İslam Ansiklopedisi”nin tercüme edilmesi kararlaştırıldı. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’ne görev verildi. 13 ciltlik bu yapıt 1988 yılında tamamlandı. İlk Türk Ansiklopedisi olan “İnönü Ansiklopedisi” için çalışmalar başladı. 1951’de adı “Türk Ansiklopedisi” olarak değiştirildi. 1943 yılında Celal Arseven’in hazırladığı “Sanat Ansiklopedisi ”ne başlandı. Ansiklopedi 1954 yılında tamamlandı.
Dergiler:
Hasan Ali Yücel’in bakan olması ile birlikte şu dergiler yayınlandı.
17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri Yasası çıkartıldı. Bir yılda 14 Köy Enstitüsü kuruldu. 1943’te 20’ye tamamlandı.
Mühendis Mektebi Teknik Üniversite oldu.
Erkek sanat Enstitüsünün sayısı 9’dan 75’e, Kız Enstitüsünün sayısı 2’den 37’ye ulaştı.
20 Mayıs 1940 Devlet Konservatuar Yasasını çıkardı.
Hasan Ali Yücel Devlet Konservatuarını kurdu ve Devlet Opera ve Tiyatrosunun ilk temsilleri gerçekleştirildi. Amaç çağdaş müzik, tiyatro, opera, bale kültür ve sanatını ülkemize getirmekti. Yücel Güzel sanatların her dalına, müzeciliğe önem verildi.
Dilin Türkçeleştirilmesi:
Hasan Ali Yücel bakanlığı döneminde en çok önem verdiği konulardan birisi de dilin Türkçeleştirilmesiydi. Bu nedenle dilimizin yalınlaştırılması ve özleşmesi konularına hız verdi. Türk dilinin ilk gramer kitabı yazıldı. Yücel’in döneminde dilin Türkçeleşmesi konusunda yayınlar şunlardır:
Ders Kitaplarının Standartlaştırılması
Okul kitaplarının basımı ve dağıtılması için bir örgütlenme sağlandı. Belli başlı illerde birer yayınevi ve kitap satış merkezleri oluşturuldu. Yücel 20.12.1939 tarihinde bir genelge yayınlayarak öğretmenlerden okuttukları ders kitaplarıyla ilgili görüş ve düşüncelerini bir raporla bakanlığa iletmelerini istedi. Gelen rapor ve görüşler kitap yazarlarına gönderildi. Yanlışlar öğrencilere bir kılavuzla bildirildi.
14 Lise 40 Ortaokul açıldı. Ankara Hukuk Fakültesi Milli Eğitime bağlandı.
8 Kasım 1943 Ankara Fen Fakültesi
1944 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü kuruldu
16 Şubat 1945’te müzecilik uzmanlarının katıldığı Eski Eserler ve Müzeler Birinci Danışma Komisyonunu topladı.
19 Ekim 1945 Ankara Tıp Fakültesini kurdu.
3 Temmuz 1943 İstanbul Fen ve edebiyat Fakültelerinin temelini attı.
13 Haziran 1946 Üniversite Yasasını çıkararak üniversiteleri özerkliğine kavuşturdu.
Yücel, bu kanunun hazırlanmasında o sıralarda Ankara Hukuk Fakültesinde ders veren ünlü Alman öğretim üyesi E. Hirsch’ten çok yararlandı. Bu yasa eğitim tarihimizde, üniversitelerimizin özerk, bilimsel ve demokratik olması yolunda en büyük adımdır.
Bilim Dili, Anayasa dili Türkçeleşti.
1945 UNESCO’nun kurulduğu Milli Eğitim Bakanları konferansına katıldı.
1946 Milli Eğitim Bakanlığı görevinden ayrıldı. Gazetelere, dergilere yazdığı yazılar ve kitapları sayesinde insanlarımıza ulaşmaya ve aydınlatmaya devam etti.
26 Şubat 1961’de aramızdan ayrıldı… 64 yıllık ömründe 56 kitaba imza attı. Ayrıca liselerde okutulan ders kitapları yazmıştır.
Saygıdeğer Konuklar,
Yüzyıllarca savaştan savaşa kanını, canını vermiş ve yenilgilerle büyük topraklar yitirmiş bir ülkede, Eski ve yeni çatışmalarının içinde doğan Hasan Ali Yücel, bu kavramları Türk toplumu için en güzel birleştiren devrimcilerden biriydi.
Yukarıdaki saydığım yapıtları ülkemize kazandırmak, 1940’lı yılların Türkiye’sini ve dünyada II. Dünya Savaşını dünürsek gerçekten mucize yaratmak olarak nitelendirilebilir.
Hasan Ali Yücel, Mustafa Kemal’in Kurtuluş ve Cumhuriyeti kurarak gerçekleştirdiği mucizeyi, eğitim ve kültür alanında gerçekleştirmiştir diyebiliriz.
Bugün, yüzünü uygarlığa çevirmiş, çağdaşlığa çevirmiş milyonlarca insanımız var. Bu insanların yetişmesinde Hasan Ali Yücel büyük payı olduğunu düşünenlerdenim.
Bu konuda yalnız da sayılmam, çünkü 25 Ekim – 16 Kasım 1995 tarihleri arasında Paris’te toplanan UNESCO Genel Konferansı’nın doğumunun 100. Yılı olması dolayısıyla “1997’yi Hasan - Âli Yücel Yılı” ilan etmiştir. Ve gerekçesinde; “UNESCO’nun tanınmış şahsiyetlerin doğum ve ölüm yıldönümleri ile tarihi olayların 100’lü yıllarını kutlama programı çerçevesinde, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Türkiye’de eğitim alanında büyük reformlar yapan, kırsal kesimde okumaz – yazmazlığa karşı koymak için Köy Enstitülerini kuran, programlı bir şekilde ‘Dünya Klasikleri’ni Türkçe’ye çevirten, UNESCO Kuruluş Antlaşmasına ilk 20 ülke arasında bulunan Türkiye adına imza koyan ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Kurucusu şair – yazar, eski Milli Eğitim Bakanı merhum Hasan Ali Yücel’in doğumunun 100. Yıldönümü olan 1997’de anılmasını kararlaştırmış ve bu kararını Türkiye’nin UNESCO nezdindeki Daimi Temsilciliği kanalıyla UNESCO İcra Konseyi'ne iletmiştir.”
Bir şiir anımsattı bana UNESCO’nun aldığı karar “Kardeşin duymaz, eloğlu duyar.”
Bu duygu ve düşüncelerimle Türk Aydınlanmasının öncü ismi Hasan Ali Yücel’i bir kez daha saygı ile selamlıyorum…
EKMEKÇİ’Yİ ÖZLEMLE ANIYORUZ...
Saygıdeğer Konuklar,
Hepinizi KE Yönetim Kurulu adına en içten dileklerimle selamlıyorum.
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu, Çağdaş Gazeteciler Derneği ile birlikte düzenlediğimiz “Mustafa Ekmekçi’yi Anma” etkinliğimize gelerek bizleri onurlandırdınız, teşekkür ederiz. Bu etkinliğin düzenlenmesinde Sevgili Işık Kansu Ağabeyimizin çok emeği oldu, ona da ayrıca sizlerin huzurunda teşekkür etmek istiyorum.
Ayrıca; buradan yazılarını özlemle beklediğimiz Gazetemizin Ankara Temsilcisi, dostumuz Mustafa Balbay’ı, ve Gazetemiz Yazarlarından Erol Manisalı’yı selamlamak istiyorum.
Geçen yıllarda Sevgili Balbay Mustafa Ekmekçi’yi Anma toplantılarımızda yer almış ve özellikle mezarı başında Ekmekçi’yle ilgili çok güzel anılarını paylaşmıştı. Biliyorum gelecek yıl yine o güzel anılarını bizlerle paylaşmayı sürdürecek...
Saygıdeğer Konuklar,
Köy Enstitülülerin dostu, Gazetemiz yazarı; Sevgili Mustafa Ekmekçi aramızdan ayrılalı tam 12 yıl oldu. Onu bir kez daha saygı ile anıyoruz.
Köy Enstitüleri sistemini tam olarak incelemek, bilgi, belge, yayın, film ve benzeri çalışmaları düzenlemek, Köy Enstitüleri olgusunu canlı tutup gelecek kuşaklara aktarmak, günümüz eğitimine katkı sunmak için kurulan Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın kuruluş aşamasında Mustafa Ekmekçi’nin çok büyük emeği vardır.
Türkiye’nin değişik yörelerinde yaşayan Köy Enstitülüler ve Enstitülere gönül verenler Vakfın kurulduğunu onun yazılarından öğrenmiş ve ellerinden gelen her türlü yardımı yapmışlardır. Vakıf kurulduktan sonra da Ekmekçi gözümüz, kulağımız olmuş, bütün etkinliklerimizde yanımızda yer almıştı.
Her gazetecinin yazılarında öncelik verdiği konular vardır. Mustafa Ekmekçi de; “Ankara Notları”nda yıllarca: “Köy Enstitüleri, Türkçe ezan, dilde özleşme ve domuz eti” konularına öncelik verdi, bu konularda cesurca yazılar yazdı. Bu yazılar gerici kesimleri hep rahatsız etti. Birçok kez tehdit aldı. Akıllarınca korkutup sindirmeyi düşündüler. Ama Ekmekçi hiçbir zaman korkmadı ve yaşamının sonuna kadar bu konularla ilgili yazılarını sürdürdü...
Ekmekçi’nin yazılarını okumaya başladığım zaman, çoğu insan gibi ben de onu Köy Enstitülü sandım. Oysa Köy Enstitülü değildi; ama Köy Enstitülerinin önemini kavrayıp içselleştirenlerin başında geliyordu.
Mustafa Ekmekçi, yoksul köy çocuklarının kız, oğlan ayrımı yapılmadan toplanıp Köy Enstitülerinde eğitmenin, gerçekte bir kurtuluş savaşı vermek olduğuna inanırdı. Enstitülerde yetişen o yoksul köy çocuklarının çoğunu tanımış, onlarla söyleşmiş, anlattıkları anıları köşesine taşımıştı.
Enstitüler bütün olanaksızlıklara karşın mucize denilebilecek bir eğitimi gerçekleştirmişti. Bu yüzden her yıl 17 Nisan’da Köy Enstitüleri üzerine köşesinde birkaç yazı yayınlardı. Köy Enstitülerini kuran Cumhurbaşkanı İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un ölüm yıldönümlerinde Köy Enstitüleri’yle ilgili ilginç anılar yazardı.
Ekmekçi’nin Köy Enstitüleri üzerine yazdığı tüm yazıları “Öksüz Yamalığı Köy Enstitüleri” adlı bir kitapta toplamıştı. Kısa sürede tükenen ve aranan bu yapıtın İkinci baskısını Vakıf olarak birkaç ay önce yaptık. “Öksüz Yamalığı Köy Enstitüleri” Kitabının önsözünde, Köy Enstitülü Mahmut Makal, Ekmekçi için şunları yazıyor; “Ekmekçi, Köy Enstitülüden daha Enstitülü bir yazarımızdır. Tonguç örneği bir halk adamıdır. Eğitim ve Köy Enstitüleriyle ilgili olarak Köy Enstitülüler hep onu ararlar. Mektuplar, yazılar, telefonlar yağar ona. Gazetedeki odası arı kovanı gibi işler. Bildiğim kadarıyla bu insan seli başka bir yazara akamaz... Hepsini kabul eder... Hepsinin sorununu çözmeye çalışır. Yazı getirenlerin yazılarını gazetenin mutfağına yetiştirmeye çalışır. Çaylarını kahvelerini eksik etmez. Yazıları da bu yüzden, ona ulaşanların sorunlarıyla, ürettikleri düşüncelerle doludur.”
Yakın geçmişte Mustafa Ekmekçi gibi Cumhuriyetçi, Kemalist, yurtsever, halkçı, antiemperyalist yazarları tanıyan bizler; bugün ülkemizin ve halkımızın içinde bulunduğu sıkıntılar karşısında çoğu gazetecinin takındığı suskunluğu anlamakta zorlanıyoruz. Bu nedenle Mustafa Ekmekçileri daha da çok özlüyor daha da çok arıyoruz.
Yoksulluğa, yolsuzluğa, hırsızlığa, işsizliğe, haksızlığa gözünü kapayan, Cumhuriyet’in temel değerlerine saldıranları demokrasi adına savunan, küreselleşmeyi çağın gereği sayan, laiklik için sokaklara dökülen, Atatürkçü, yurtsever milyonları darbecilikle suçlayan, demokrasi karşıtı gibi göstermeye çalışan gazetecilerin baş tacı yapıldığı bir ülkede Mustafa Ekmekçileri daha çok özlüyor, daha çok arıyoruz
Bugün yaşadığımız her olayda “Ah Mustafa Ekmekçi olsaydı, Uğur Mumcu olsaydı, Ahmet Taner Kışlalı olsaydı, Muammer Aksoy olsaydı, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok ve onlar gibi daha niceleri olsaydı...” demekten kendimizi alamıyoruz...
Bugüne kadar onların aydınlattığı yollarda yollarımızı daha kolay bulduk, bundan sonra anıları ve yapıtları yollarımızı aydınlatmaya devam edecek...
Sözlerime son verirken Mustafa Ekmekçi’yi bir kez daha saygı ile anıyor, Hepinizi sevgi ve saygılar sunuyorum...
ERDAL ATICI
KÖY ENSTİTÜLERİ VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM VAKFI BAŞKANI NEDEN KÖY ENSTİTÜLERİ? ERDAL ATICI Sayın Rektörüm, Sayın Dekanım, Sayın Öğretim Üyeleri ve Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Eğitim Fakültesinin Sevgili Öğrencileri hepinizi sevgi ile saygı ile selamlıyorum. Böyle seçkin bir topluluğun ve Sevgili gençlerin karşısında konuşma olanağı bulduğum için kendimi şanslı sayıyorum. O nedenle bizi sizlerle buluşturma olanağı sağladıkları için başta Dekanımız Prof. Dr. Erdal Coşkun, Yrd. Doç. Faruk Yaşaroğlu, etkinlik için sürekli haberleştiğimiz Sayın Esra Hangün’e teşekkür etmek istiyorum. Bir öğretmen olarak, aydın olarak hepimizin ülkemize karşı büyük borcu olduğunun bilincindeyim, kendi payıma toplumsal mücadelede ve demokratik kitle örgütlerinde gücüm yettiğince çalışıyor bu borcu ödemeye çalışıyorum. Ülkemizin geleceği olan Sevgili Gençler, bugün ve gelecekte ülkemizin sorunlarının çözümünde asıl görev sizlere düşüyor. Bu görevi tam olarak yerine getirebilmek için kendinizi yetiştirmeniz, ders kitapları dışında da bol bol okumanız, aydınlanmanız gerekiyor. Sevgili arkadaşlarım, geleceğin öğretmeni olacak olan sizlerin öncelikle eğitim sistemimizin içinde bulunduğu koşulları öğrenmesi gerekiyor. Bugün eğitim sistemimizin içinde bulunduğu tabloya Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2008 yılı rakamları açısından bakıldığında tablonun hiç iç açıcı olmadığı görülüyor. Sevgili arkadaşlarım ülkemizdeki eğitimin içinde bulunduğu içler acısı durum kısaca budur, ama bu durum sakın moralinizi bozmasın. Köy Enstitüleri kurulduğu zaman durum, bugünkünden daha kötüydü ve o günleri yaşayan öğretmenlerimiz de anlattılar, çok kısa zamanda uygulanan eğitimle o zor koşullar büyük oranda yok edilmiş ve eğitimde büyük devrim gerçekleştirilme yoluna girmişti. Eğer KE 1946 yılında kapatılma sürecine girmeseydi; 1956 yılına gelindiğinde Türkiye’de okulsuz köy, öğretmensiz okul kalmayacaktı. Ama olmadı, Yalnız Köy Enstitüleri kapatılmakla kalınmadı, Köy Enstitülü öğretmenlere ülke zindan edildi. Kıyımlara haksızlıklara uğradılar, çoğu görevden alındı, mesleğini yapamaz duruma düşürüldü. Köy Enstitülerine yaratanlara ve orada öğrenim görenlere karşı ülkemizin büyük ve ödenmemiş bir özür borcu vardır ve bunu hala yerine getirmemiştir. Güzel ülkemizde bu kadar baskıya ve kuşatılmışlığa, hırsızlığa, yolsuzluğa rağmen direnen, yürüyen, teslim olmayan, karşı çıkan büyük bir cephe varsa; açık ve net olarak bilelim ki, bunda en büyük pay, Türkiye’nin aydınlık yüzlü Köy Enstitülü öğretmenlerinindir. Benim bu açıkoturumda yapacağım konunun başlığı; “Neden Köy Enstitüleri?” Bu konuşmayı hazırlarken uzun uzun “Neden Köy Enstitüleri?” diye düşündüm. Ben 1963 yılında Muğla Ortaca Mergenli Köyünde doğdum. Evet, bir Köylü çocuğuyum; ama ailemde, köyümde Köy Enstitüsü mezunu yok. Bir Köy Enstitülü öğretmende okumadım. İlkokul öğretmenim büyük olasılıkla Köy Enstitülerinden sonra kurulan İlköğretmen okullarından mezun olmuştu. Yoksul ve karanlık bir köydü köyümüz. Göçebelikten yerleşik hayata geçeli çok fazla olmamıştı. Göçebeliğin alışkanlıklarını sürdürüyorlardı ve tarım konusunda çok başarılı değillerdi. Tarımdan yeterince karınlarını doyuramayan köylülerin yeniden göçebeliğe dönmesi an meselesiydi. Okuyana, bilgili olana çok değer veriliyor, saygı gösteriliyordu. İşte bu ortamda, ben kendi adıma çok şanslıydım, çünkü çocuklarını okutabilmek için tüm sıkıntıları göze alan bir aileye sahiptim... İşte bu koşullar içinde benim okumam için kasabada bir aile yanı bulundu ve ben onların yanında kalarak Fakir Baykurt’un deyimiyle “Efendilik Savaşı”na giriştim. Köyden gelenler için yaşamak da, okumak da çok zordu kasabada. Ne dili dilimize, ne de yaşamları yaşantılarımıza benziyordu. Okulda ise durum daha da kötüydü. Beş bir öğretmenin üç sınıfı okuttuğu köy okulunda iyi çabalı bir öğretmenimiz olmuştu; ama yine de kasaba çocuklarından çok gerisindeydik. İlk günlerde oldukça ağır bir uyum sorunu çektim, günden güne sınıftan arkadaşlardan koptum, içime kapandım. İlkokulda öğretmenimizin çabalarıyla kitap okumaya başlamıştım, ama bana asıl okuma alışkanlığı veren, o günlerde yaşadığım uyum sorunu ve çektiğim yalnızlık duygusuydu. Bu konuşma metnini hazırlarken Köy Enstitüleri adıyla ilk kez nerede karşılaştım sorusunu sorunca; o günler gözümün önüne geldi. Evet, ben ilk Köy Enstitüleri adıyla, ortaokulda okuduğum yıllarda Köy Enstitülü Yazar Fakir Baykurt’un kitaplarında karşılaştım. Fakir, kitaplarında Köy Enstitülü öğretmenlerin halkı aydınlatmak için yaptığı büyük savaşımına anlatıyordu. Kitaplarında yarattığı kahramanların çoğu Köy Enstitülü öğretmenlerdendi. Onun kahramanları, köy Enstitülerinde yetişen Anadolu köylerini aydınlatmaya, canlandırmaya ant içmiş idealist öğretmenlerdi. Bu öğretmenler “esen rüzgârlara karşı dimdik duruyorlar” ve okurda hayranlık uyandıran bir mücadele veriyorlardı. Hiçbir şeyden yılmayan bu öğretmenler çoğunlukla oradan oraya sürülüyorlar, ama hiç kimseye el avuç açmadan, yalvarmadan, atandıkları köylerde mücadeleyi sürdürüyorlardı. Özellikle “Onuncu Köy” romanını okuduğum zaman ben sonraları üyesi olmaktan onurla söz edeceğim öğretmenlik mesleğini seçmeye karar vermiştim. Köy Enstitülü öğretmenler gibi tek başıma kalsam da bu ülkenin aydınlanması için elimden gelen tüm mücadeleyi verecektim. Gerçek yurtseverlik, gerçek ulusalcılık buydu. Geçmiş yıllarda Milliyet’te Melih Aşık’ın köşesinde okumuştum, Artvinli bir öğretmen ölmüştü arkadaşları evine başsağlığı için gittiklerinde duvarda asılı fotoğrafının altında şu notu görmüşler; “Kitap: ben okundukça kitap, sen okudukça insan olursun” yazıyormuş, evet ben de o gibi okudukça insan oldum. Okudukça gözlerim daha fazla açıldı, okudukça bu ülkenin gerçek sahipleri olmalarına karşın, paylaşımda çok az hakkı olan geniş halk kesimlerini gördüm. Okudukça, dinin afyon gibi kullanıldığını, halkın kaderciliğe inanması için her şeyin yapıldığını, zaten bu dünyanın geçici olduğu yaygarasıyla avutulduğunu, hak talep edemez duruma getirildiğini gördüm. Okudukça; demircinin çocuğunun hep demirci, çiftçinin çocuğunun hep çiftçi olduğunu gördüm. Okudukça; kendi çocuklarını özel okullarda, yurt dışında okutanların halkın çocuklarını İmam Hatiplere yönlendirdiklerini gördüm. Kendi çocuklarını karma okullarda okutan beylerin halkın çocuklarının karma okullarda okumalarına karşı çıktıklarını gördüm... Okudukça bilinçlendim, okudukça Artvinli öğretmenin dediği gibi; insan oldum. Liseye geçtiğim yıllarda bütün bu olanlara karşı çıkabilmenin yolunun, halka anlatabilmenin yolunun öğretmen olmaktan geçtiğini düşündüm ve öğretmen olmaya karar verdim... Ama nasıl öğretmen olacaktım? Hiç durmadan okuyan, öğrenen ve bildiklerini öğrencileriyle paylaşan, Koşulsuz bu ülkenin aydınlanmasına kendisini adayan, hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin gündüzü geceye katıp çalışan, Gerçeklerden bir an olsun sapmayan, Haksızlıklara boyun eğmeyen, Gösterişten uzak Tonguç’un deyimiyle iş kahramanı olan... İşte böyle bir öğretmen olmak, öğretmen olup ışıtmak istedim, ülkemin sevgili adsız çiçeklerini? Şimdi düşünüyorum da, 22 yılın sonunda; soruyorum kendi kendime “Erdal Atıcı bu dediklerini yapabildin mi?” diye... “Evet, iyi bir öğretmen olduğumu söyleyebilirim.” Bu başarımda en önemli etkenlerden biridir Köy Enstitüleri, Köy Enstitüleri hakkında okuduğum kitaplar... O zaman, “Neden Köy Enstitüleri?” sorusunu yanıtlamanın sırası geldi: Öğrencilere kitap sevgisi ve okuma alışkanlığı kazandırdığı için Köy Enstitüleri? Bugün uygulanan ezberci ve bilgi yığmaya dayalı eğitim ne yazık ki, öğrencilerde bir okuma açlığı yaratamamaktadır. Bugün öğrencilerde okuma alışkanlığı yok denecek kadar azdır. Soruyorum, bugün trende, otobüslerde, banklarda, parklarda boş kaldıklarında kitap okuyan gençleri görenler var mı? Neden Köy Enstitüleri? Ekmekle kitap yanyana olduğu için, daha okul binaları kurmadan kitaplıklar kurulduğu için, kurulan kitaplar arı kovanı gibi çalıştığı için... Enstitü öğrencileri yılda en az 23- 64 ders dışı arasında kitap okuduğu için!.. Neden Köy Enstitüleri? Öğrencilere gerçek demokrasi bilinci verildiği için, yurttaş olarak, hak ve hukuk öğretildiği için, Cumartesi toplantılarında okulda herkesin herkese karşı eleştiri yapabilme hakkı olduğu için... Öğrencilere kendi yönetimini oluşturma hakkı vererek, örgütlülüğün ne kadar önemli olduğunu öğrettiği için... Neden Köy Enstitüleri? Köy Enstitülerinde şiddet, bıçak, silah, tabanca, kavga dövüş olmadığı içi... Öğretmenler çocuklara şiddet uygularlarsa, çocukların da karşılık verebileceğini bir genelgeyle bütün öğretmen ve öğrencilere duyurulduğu için? Neden Köy Enstitüleri? Öğrencilere sağlıklı bir kişilik geliştirme ve kendine güven kazandırma “özgüven” eğitimi verdiği için. Her öğrencinin sorumluluk alanı içinde yeterli yetkisi olduğu ve yaptıklarının hesabını okuldaki herkese verdiği için. Neden Köy Enstitüleri? Her Cumartesi günü öz eleştirinin yapıldığı demokratik bir eğitim ortamı oluşturduğu için. Öğrencilere ezberci değil düşündüren, sorgulayan bir eğitim sistemi uygulandığı için. Parasız ve yatılı eğitim verildiği için Neden Köy Enstitüleri? Yoksul ve geri kalmış halkın çocuklarına okuma olanağı sağladığı için! Köy Enstitülerinde bölgeler arası eşitliği sağlamak için değişik bölgelerde 21 Köy Enstitüsü açılmış, bu okullara bölgenin çocukları alınarak denge kurulmaya çalışılmıştır. Bölgeler arası farklılığı göz önüne alarak öğrencilerini kendi bölgelerinden alması, kız öğrencilere öncelik vermesi, ayıklayıcı, seçkinci bir eğitim anlayışını reddetmesi... Bugün ülkemizde eğitimde fırsat ve olanak eşitliği yoktur. Fırsat ve olanak eşitliği erkeklerden kadınlara, kentlerden köylere, varsıldan yoksula, Batıdan doğuya doğru azalmaktadır. Neden Köy Enstitüleri? Eğitimde insan ögesini öne alarak iş içinde iş aracılığıyla, iş için anlayışıyla üretici insanlar yetiştiren Köy Enstitülerinden sonra okullara iş eğitimi sokulmamış, iş ve üretim küçümsenmiş, tüketici insanlar yetiştirilerek, tüketici bir toplum oluşturulmuştur. Ne yazık ki bugün aynı durum sürdürülmektedir. Bu yüzdendir ki, her yönden dışa bağımlı bir ülke durumuna düşürüldük. Ülkemizde üretim durma noktasına geldi. Neden Köy Enstitüleri? Öğrencisine iş eğitimiyle çelik gibi bir karakter kazandırarak hem doğaya karşı hem de egemenlere karşı dimdik durabilmelerini sağlaması... Yine iş eğitimiyle, öğrenmenin de ötesinde, üretici insanlar yetiştirdiği için. Neden Köy Enstitüleri? Din, dil, mezhep, köken ayırmayan, tüm insanları kucaklayan bir ulusçuluk anlayışından doğduğu için... Neden Köy Enstitüleri? Ulusal kültürün araştırılıp ortaya çıkarılması, derlenmesini, kayıtlara geçirilmesini sağladığı için. Neden Köy Enstitüleri? İnsanlar arasında İmeceyi; yani yardımlaşmayı ve dayanışmayı öğrettiği için... Oralarda yaratılan dayanışma, insan sevgisi, yurt sevgisi, okul ve çevre sevgisi unutulabilir mi? Neden Köy Enstitüleri? Bugün bir dağ köyünde doğan, yetenekli bir öğrencinin, bugün nerede doğarsa doğsun bir yoksul çocuğunun öğretmen olma şansı var mıdır? Üniversitelerde okuma şansı var mıdır? İşte o yoksul çocuklarını okutup çoğunu aydın birer yurttaş yaptığı için Köy Enstitüleri Neden Köy Enstitüleri? Mustafa Kemallerin, İsmet İnönülerin, Saffet Arıkanların, Hasan Ali Yücellerin, İsmail Hakkı Tonguçların eseri olduğu için… İşte bütün bunlar ve daha birçok neden var Köy Enstitüleri dememiz için. Sözlerimi bitirirken beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor, en derin saygılarımı sunuyorum. NOT: Vakıf Başkanımız Erdal Atıcı’nın 17 Nisan 2009, Kdz. Ereğli’de Eğitim Fakültesinde yapılan Köy Enstitüleri Panelinde yaptığı konuşmadır… Panelin Konuşmacıları Prof. Dr. Ayşe Baysal Mustafa Aydoğan Erdal Atıcı
--------------------------------------------------------------------------
Güçlüden yana değil; güçsüzden, ezilenden, sömürülenden yana olan,